Bektay Bebe’nin kurulumu ve bugünlere gelişi hakkında bilgi verir misiniz?
Bektay Bebe 1989 yılında babam tarafından kuruldu. Benim ortaokula gittiğim dönemde babam enteresan bir şekilde firmayı kurdu. Yolda yürüdüğü sırada bir bebek patiği buluyor ve o dönemde bebek patikleri anneler tarafından elle örülüyor. Bebek patikleri seri üretimi olan bir ürün değildi. Biz bunu yapabilir miyiz düşüncesiyle ciddi bir araştırmaya girişiyorlar ve iki-üç aylık bir araştırmanın ardından bu iş için bir makine buluyorlar. Makine bilinen bir makine değil. Ayrıca makine aranan makine değil ve vazgeçme noktasına geliniyor. Sonra başka bir yerde başka bir makine bulunuyor ki ben o makineyi halen saklarım. Benim annem, o makineyle patik dikerdi.
Babam, bu işe girmeden önce meslek olarak ayakkabı sayacısıydı. Bildiğimiz deri ayakkabılarını dikiyordu. Yaklaşık olarak 10 sene kadar patik üretimi yaptıktan sonra benim üniversiteyi bitirmemin ardından, firma olarak enjeksiyon sistemine geçiş yaptık. Türkiye’de ilk defa çorapların altına enjeksiyon sistemiyle bebek ayakkabısı üretimi yapmaya başladık. Bu sistemin patentini aldık. Fransa’da sonra bu ürün çok beğenildi.
Biz Fransa’ya enjeksiyon sistemiyle ürettiğimiz ayakkabılardan ihraç ediyoruz. Bir müşterimiz bundan 60 bin adet alıyor, diğer müşterimiz 30 bin, bir diğeri 10 bin. Biz işimize bir yandan sıfır yaş grubuyla, diğer yandan enjeksiyon sistemiyle devam ettik.
Ben, enjeksiyon ayakkabı üretimine 2003 yılında girdim. O dönemde Çin mallarının baskın olduğu zamanlardı ve kotalar yeni yeni kalkıyordu. Karlar yok denecek kadar az bir seviyeye düşüyordu. Dolayısıyla herkes ithalat yapıp büyük paralar kazandı. Biz o dönemde ithalatçı mı olsak, üretici mi olsak diye karar veremiyorduk. Çünkü kurulu bir ekibimiz vardı ve bu ekibi yeniden bir araya toplamak çok zordu. Parayla yapılan bir iş değil bu, bu bir ekip işi.
Piyasada Çin mallarının baskısı uzun bir süre devam etti. Çin’de başlayan enflasyondan dolayı son 2-3 senedir rekabet edebiliyoruz. Şuan bu duruma şükrediyoruz. Bizim ürünlerimiz beğeniliyor. Düş Evi’yle anlaştık ve Pepee’nin ürünlerini biz üretiyoruz. Reklam açısından bizim için iyi bir anlaşma oldu.
Ürün çeşitleriniz hakkında bilgi verir misiniz?
Bizde yeni doğan bebek ürünleri var. İlk adımını atacak çocuklara yönelik ürünler var. Enjeksiyon ayakkabı, monta deri grubu, keten grubu ve bir de 0 yaş var. Ayrıca çorap da ürün çeşitlerimiz arasında.
Ben, odaklanarak çalışıyorum ve 0-3 yaş ayakkabıyla ilgileniyorum. Herkesin kendi bildiği işi yapması gerektiğini düşünüyorum. Nasıl ki İsviçre sadece saat üretiyor, en iyi olduğu işi yapıyor. Ben de bebek ayakkabılarına odaklanıyorum..
Markalaşma çalışmalarınız hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Markalaşma, büyük bütçeler isteyen uzun soluklu bir süreç. Bu bütçeleri oluşturmak için yüksek karlara ihtiyaç var. Biz sabırla ürünlerimizi tüketicilerin memnun kalacağı şekilde üretmeye devam edip ayırabildiğimiz bütçe ile de reklam çalışmaları yapmaya gayret ediyoruz. Ayrıca ürünlerimizin elit mağazalarda bulunmasını hedefliyoruz.
–Fiyat politikalarınızdaki hedeflediğiniz kitle kimlerdir? Fiyat aralığınız hakkında bilgi verir misiniz?
Biz orta direk diyebileceğim, orta segment grup insanlara hitap ediyoruz. Bizim mallarımız çok ucuz değil ama A Plus da değil. O markaların fiyatlarını biz ürünlerin üzerine koyamayız ama bizim ürünlerimiz pazarda satılan ürünler kadar ucuz değil. Zaten Türkiye’de üretim yaptığımız için maliyetler çok yüksek. Otomatik olarak maliyetlerden dolayı o müşterilerden çekilmek zorunda kalıyoruz.
-Ürünlerinizin perakende satışını yamak isteyen bayilerde aradığınız kriterler nelerdir?
Osmanlı’dan gelen ahilik sistemi var. Esnaflık kültürünü almış, etik kurallara uyan, söz verdiği zaman sözünü tutan insanlarla çalışıyoruz. Onun haricinde belli metrekarede belli adet şartları koşmuyoruz. Esnaflık şartlarına uyduğu müddetçe bizim açımızdan sorun olmuyor. Biz herkese şans veriyoruz, yeter ki karşılıklı olarak kazan kazan prensibinde olalım.
-Bektay Bebe’yi ön plana çıkardığını düşündüğünüz özellikleriniz nelerdir?
Aslında bu konu üçüncü şahısların yorumlayabileceği bir konu ama madem bu soru bana soruluyor, söyleyeyim. Ben genelde piyasada olmayan ürünler üretmeyi isterim. Benim böyle bir yapım var. Bununla alakalı iki, üç emsal ürün var. İlk patiğe girişimiz böyledir, ilk adımımızda biz patik üretimi yaptık. Anneler eliyle patik örerken biz makineyle üretim yaptık. İkinci adımımız olarak, bantlı sistemle spor ayakkabı modeli ürettik. Son olarak üçüncü adımımızda ise çoraba enjeksiyon sistemini getirdik.
Şimdi dördüncü bir adımımız var. Bunun materyali ne Avrupa’da ne de Türkiye’de var. Bu müşterimize sürpriz olmasını istediğimiz bir ürün. Bu ürünün üretimi ve hammaddesi farklı, herhangi bir emsali yok. Bu yeniliği yapmaya biz muvafık olduk. Hammaddesi de Türkiye’de ya da hiçbir yerde yok. Sadece Brezilya’da var. 2014 yazında ürünlerimiz piyasada olacaktır.
-Bektay Bebe olarak, Türkiye iç pazarında, firmanızın kendi alanında nerde olmasını hedefliyorsunuz?
Şahsen benim Türkiye’de bir hedefim var. Kendime örnek aldığım bir marka ve ürün olarak örnek aldığım bazı firmalar var. Doğrusu biraz A Plus müfteriyi hedefliyorum. Bunun için belli bir süreç lazım. O kaliteye ulaşmak için mücadele ediyoruz. Sadece düzgün ürün yaparak o kaliteye ulaşamıyorsunuz. Bu bir süreç. Markalaşma dediğiniz zaman üç beş senede olacak bir şey değil.
-Yaygınlığınızı sağlamak için yaptığınız çalışmaları ifade edebilir misiniz?
Ürünlerimizin yaygınlığı için fuarlara katılıyoruz. Sürekli sahada, piyasanın içinde olan arkadaşlarımız var. Çıktıkları zaman 3-5 bin kilometre yol kat eden arkadaşlarımız var. Ayrıca ürün broşürü bastırdık. Sürekli broşürlerimizi dağıtan arkadaşlarımız var. Bunun haricinde dergilere reklamlar veriyoruz. Pepee de mesela bunun bir ayağı.
-Bektay Bebe olarak Türkiye’de hangi kanallarla ilerlemeyi düşünüyorsunuz? Bayi kanalları aracılığıyla, franchsing ya da kendi açtığınız satış noktalarınız var mı?
Benim öngörüm toptancılık. Bayilik sonu olmayan bir yol gibi geliyor bana. Şuanda çok erken olsa da perakendeciliğe geçiş yapıp, hizmetimize bu şekilde devam edeceğiz gibi görünüyor. Bunu ben arzulamıyorum ama gidiş orayı gösteriyor.
-Sektörün bugünü ve geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Bugünü, bence olabilecek en iyisi ama geleceğiyle alakalı nüfus artışına baktığınız zaman 10-15 sene sonrası için sıkıntı görünüyor. İnsanlar ekonomik sıkıntıları bahane ederek fazla çocuk sahibi olmayı hedeflemiyorlar. Bizim dedelerimiz bundan çok daha kötü şartlarda çok daha fazla çocuk sahibi oldular. Hiç birimiz de aç kalmadık. Biz şuanda eskiye kıyasla çok daha fazla imkâna sahibiz.
-En çok tüketilen ürün gruplarınız hangileridir?
Bizim bütün ürünlerimiz tüketiliyor. Tüketilmeyen ürün üretmiyoruz. Zaten sektör, dönemsellik arz ediyor. Nasıl ki Ramazan ayında güllaç yeriz, her ürünün de farklı dönemlerde tüketileceği zamanlar var.
-Ar-Ge çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Ar-Ge çalışmalarında biz sürekli olarak “çocukların ayak sağlığı için ürünlerimizde neler yapabiliriz” sorusuna cevap arayarak çalışıyoruz. Keten kumaşlarda AZO boya yok, baskılarda fitalat yok. Bunlar yeni çıkan kanunda uyulması gereken kurallar.
Bebek ayakkabılarının tabanı yumuşak ve esnek olmalı ve kemik yapısını zorlamayacak şekilde olmalı. Bununla alakalı ne yapabileceğimiz üzerine sürekli denemeler yapıyoruz. Başka sektörlerde kullanılan döşemelik kumaş bile kullandığımız zamanlar oldu. Nasıl olacağını düşünerek deneme yapıyoruz. Bu bazen iyi sonuçlar veriyor ve ürün benzersiz oluyor.
Ortaya bir ürün çıktıktan sonra bunu çocuk ayaklarında deniyoruz. Terletmeyen ayakkabılar üretmeye çalışıyoruz. Mesela Çin’den gelen ürünler kesinlikle terletiyor. Bu da anneleri çok fazla rahatsız ediyor. Biz bu özellikleri ülkemizde tam anlamıyla tanıtamıyoruz.
-Sektörde gördüğünüz boşluklar ve yapılmasını gerektiğini düşündüğünüz konular size göre nelerdir?
Her soruya cevap verebileceğimi düşünüyordum ama böyle bir soruyla karşılaşacağımı hiç düşünmedim…
Bence kalifiye eleman bizim sektörün hatta tüm Türkiye’nin sorunu. Ara eleman nasıl yetişecek bilmiyorum ama hükümetin bu konuda sektörümüze daha çok önem vermesi gerektiğini düşünüyorum. Teşvikler daha fazla artırılabilir, vergi yükü hafifletilebilir.
-İhracat çalışmalarınız hakkında neler söyleyebilirsiniz?
İhracatı biz, dış fuarlar vasıtasıyla takip ediyoruz. Görüşmeler yaparak numune gönderiyoruz, memnun kalınıyor ve yeniden gönderim yapıyoruz. Esas olarak bunda da üretimde olduğu gibi bir departman daha kurmamız gerektiğinin farkındayım. Bunu gerçekleştirmiş değiliz. Bunun için o bütçeye sahip olmak gerekiyor. Örneğin firma olarak bir laboratuar kuruyorsunuz ve günde bir tane test yapabiliyor. Bu şekilde laboratuar hiç verimli olmaz. Beş firma bir araya gelip bir laboratuar kurduğunda, o laboratuar sürekli çalışıyor. Bizde de durum buna benziyor. Ben o departmanı kurduğum zaman, ciddi miktarda getirisi olması lazım ki ihracata da iç pazara da verimli şekilde çalışabilelim. Şuanda kapasitemiz bu üretime yetebilecek durumda değil. Bunu bir süreç olarak değerlendiriyorum. Birden bire büyümek olmaz. Ben üretimimi şimdi iki katına çıkarsam, kesinlikle sağlıklı olmaz.
-İhracat yaptığınız ülkeler hangileridir ve üretim ağınızın ne kadarı ihracata yöneliktir?
Afrika, Fransa ve Rusya’ya ihracat yapıyoruz. Üretimimizin yüzde 40’lık bölümünü ihracata ayırıyoruz. İhracat, ülkemiz için daha iyi fakat Türkiye’de ciddi bir tüketim var. Mesela ceviz Türkiye’de çok var. Biz ceviz konusunda kıyaslandığımız zaman, dünya sıralamasında ilk sıralara gireriz. Buna rağmen cevizi de hala ithal ediyoruz. Tekstilde de böyle. İnsanların alım gücü var. Şuandaki yerli kapasite iç tüketime yetmez. Kes ithalatı, o andan itibaren üretim iç kapasiteye yetmez. Çin’den sonra birçok yer kapandığı için böyle oldu.
-Türkiye pazarında üretici olmanın zorlukları ve faydalarından bahseder misiniz?
Türkiye’de üreticiyseniz girdi maliyetleriniz çok yüksek oluyor. Biz elektriği birçok ülkeden daha pahalı alıyoruz.
Çin de Rusya’ya mal veriyor, ben de ama benim ihracat yapmam lazım. Bu durumda Çin çok daha ucuza mal veriyor. Bakın, devlet benim ortağımdır. Ben satamadım mı devlet vergi alamaz. Hem bana diyecek ki vergi vereceksin hem de sigorta primleri yüksek. En azından sigorta primleri biraz daha düşük olsa hareket kabiliyeti artar ama bu durumda çok zor. Enerjiyi zaten her konuda pahalı buluyorum.
-Üretim parkurunda kullandığınız makine tercihleriniz ve izlediğiniz sistem hakkında bilgi verir misiniz?
Aldığımız makinelerin öncelikler sorun çıkarmamasına dikkat ediyoruz. Makinelerde en büyük sorun çalışıp çalışmamalarıdır. Makinesini aldığımız ama destek vermeyen birçok firma var. Ne gelip destek veriyorlar ne de takip ediyorlar.
Biz İtalya’dan bir makine aldık, hiç sorun çıkarmadan çalışıyor ama Rami’den bir ustaya makine yaptırdık. Makine sürekli sorun çıkarıyor. Kimse gelip takip de etmiyor.
-Artık satın almanın şekli değişti. Anne babalar çocuklarına ürün alırken neleri ön planda tutuyor? Dikkati edilmesi gereken konular size göre nelerdir?
Albert Einstein diyor ki, “Atomu parçaladım ama insanların önyargısını parçalayamadım” diyor. Ben küçükken doktorlar dişlerinizi yatay hareketlerle fırçalayın diyordu sonra yukarı aşağı hareketlere döndüler, şimdi de oval hareketlerle fırçalamamız gerekiyor. Hangisi doğru? Bir şeyi araştırdıkça daha iyisi bulunuyor.
Şimdi müşteri gelip ayakkabının bir tarafına bakıyor ortopedik mi diye ama nerden duymuş olabilir? Birisinden duymuş gelmiş. Aynı Oruç Baba türbesinde dilek tutup bez bağlayan hanımlar gibi. Nerden duydunuz denilince “Komşumdan” diyorlar. “O nerden duymuş”, “Komşusundan”. İşin ucu belli değil.
Şuanda ortopedistler diyor ki “ilk adımlarını atan çocukların, ayakkabılarının tabanı yumuşak olsun. Yumuşak olması kas gelişimini olumlu etkiler. Bu konuda araştırma yaparsak, mesela internette birçok ortopedistin yazısı var. Herkes aynı şeyleri söylüyor. Doğal malzemeler olduğuna dikkat etmemiz lazım. İçindeki malzemeye bakmamız lazım. Ketense laminasyonuna bakacağız. Yani içine döşenen malzemenin nefes aldırması gerekiyor. Ürünün boyası AZO olmasın, baskısında fitalat olmasın, kapsülünde nikel, kanserojen madde olmasın. Biz bu testlerden başarıyla geçiyoruz ve marka denilen ürünlerden daha sağlıklıyız.
Bazen de testlerde sıkıntı yaşanmasa da terletme sorunu yaşanıyor. Ben kendi çocuklarıma marka ayakkabı aldığım zaman terletme sorununu yaşıyorum. O boylarda ayakkabı üretmediğim için almak durumunda oluyorum.
-Toparlamak gerekirse, son olarak eklemek istediğiniz, müşterilerinize vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
Çocuklar bizim her şeyimiz. Onların yedikleri kadar giydikleri de önemli. Burada çok fazla marka olgusuna takılmadan, araştırarak, daha hassas olarak, ürüne dikkat ederek, mesela Çin ürünü olmamasına dikkat ederek alış veriş yapmalıyız. Bil hassa tabanı yumuşak ve terletmeyen ürünleri tercih etsinler…